Seçim, Geçim ve Deprem Üzerine…

Pandemiydi pahalılıktı derken şimdi de deprem oldu; her şey birbirine karıştı. Son üç yıldır ülkemizin başı dertten kurtulmuyor. Pandemi nedeniyle çalışma imkânları ve diğer sosyal yaşantılar epeyce kısıtlanmış, ekonomi iyice daralmıştı. Birden her şeyin fiyatı doludizgin arttı. Ev fiyatları ve kiraları da orantısız arttı. Fiyatlar artmasına arttı ama üretim de azalınca rakamların da önü alınamadı. 700-800 bin liraya pahalı bulduğumuz evler önce bir milyonu daha sonra da 2 milyonu aşıp kendini saray konumuna çıkarttı. Kiralar da hakeza en düşük kiralar bile 2-3 bin lira civarında 10 bin lira ve üstüne de var diyorlar. Gıda fiyatlarına ise yetişilemiyor. Ekmek bile 5 liranın üstünde. Yumurta fiyatları ise 2,5-3 lira civarında. Tüm bunlar devam ederken 11 ilimizi kapsayan 13-14 milyon nüfusu etkileyen deprem ülkede şok etkisi yaratarak herkeste bir korku oluşturdu.

Bunların üzerine açıklanan yeni karar ile iki ay sonra cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri yapılacak. Şimdilik 48 bin vatandaşımızın vefat ettiğinin açılanmasına aldanmayalım muhtemeldir ki bir o kadar da henüz cesedi ve kimliği teşhis edilmeyen, izinsiz gömülenler vardır. Bu kadar büyük deprem olunca yapılması gereken hiçbir şey yapılmadı maalesef. Daha o sabah iktidarı ile muhalefeti ile bir araya gelip çözüm üretmesi gerekenler bir aylık süre geçmesine rağmen bir defa bile bir araya gelemediler. İktidar, muhalefetle konuyu görüşmeyi bir zayıflık gösterisi diye zannedilir düşüncesiyle yapamadı. Muhalefet de gittiği yerlerde bu büyüklükte bir depremde ben olsam ne yapardım yerine “buraya devlet gelmedi” diyerek ucuz politika yapmayı yeğledi. Oysa bu büyüklükte bir depremin altından kalkılması hiç de kolay değil.

Tabi bu depremde en büyük başarıyı sivil toplum kuruluşları gösterdiler. Üzerinden 40 güne yakın süre geçmesine rağmen ilk günden başladıkları yardım faaliyetlerini bu güne kadar aksatmadan devam ettirdiler, ettiriyorlar. Bir de belediyeler çok güzel katkı sundular. AFAD koordinasyonunda kendilerine zimmetlenen belediyelerin bölgesinde çalışmalarını ilk günün heyecanıyla devam ettiriyorlar. Emeği geçen herkese teşekkür ederiz.

Bu süre zarfında bir süre çalışmalarına ara veren TBMM tekrar çalışmaya başlayınca ilk iş olarak Emeklilikte Yaşa Takılanların sorununu çözdü. Bütün sorunlar çözülmese de önemli oranda sorunlar çözüldü. Ancak bağkurlular açısından sorunlar yine bir başka bahara kaldı. Emekli olacağını sanan bağkurlular eski borçlarını sildiremediler. Eksik günleri kadar borçlanma yapmadan sorunlarının çözülemeyeceği bilindiği halde onların bu sorunu görmezden gelindi. Oysa bağkurluların birçoğu kendi primini zamanında ödemedi ama yanında çalıştırdığı işçilerin primlerini hep zamanında ödedi. Yanındaki çalışanı emekli olurken kendisi emekli olamadı. Bu konuda da kimseden bir yardım alamadılar.

Bu arada yeni bir yapılandırma kanunu daha çıktı. Henüz bugün Resmi Gazete’de yayınlanan kanuna göre vergi ve sigorta borçları yeniden yapılandırıldı. Bu kanunlar vergi ödevini zamanında yerine getiren vatandaşın azmini kırsa da siyasiler oy kaygısı ile bu kanunları 3-4 senede bir çıkarmaya devam ediyor. Bu kanunda eskilerin aksine bağkur borçlarının silinmesi ve bağkur süresinin ihyasına yer verilmemesi büyük eksiklik olarak göze çarpıyor.

Deprem bölgesinin yeniden ihyasına başlandı. Yeni konutların yapılması için yeni alanların tespiti, tespit edilen yerlere de konut temellerinin atılması iyi güzel de ülkemizin tamamı deprem bölgesi oralarla ilgili neler yapıyoruz? İzmit depreminin üzerinden geçen 24 yılda ne yaptık? Yaptıklarımız hangi noktada yeniden değerlendirmemiz gerekmiyor mu? Özellikle İstanbul’da olacak bir depremin altından nasıl kalkılacağı konusunda konunun uzmanlarının kafa yormasının zamanı gelmedi mi? Hala İstanbul nüfusunu 5 milyon daha artıracağı hesaplanan Kanal İstanbul rüyaları görülüyorsa vay halimize.

Tüm sorunlar devam ederken seçimlerin nasıl yapılacağı da ayrı bir sorun. 13-14 milyon insanın doğrudan etkilendiği bir ortamda seçimin yapılabileceğine karar veren YSK, işin bütün vebalini yüklendi. Oysa 2-3 milyon insan yaşadığı yerden başka yerde oy kullanırken o bölgenin kaderini de etkileyecekler, oy verdikleri bölgelerin kaderini de etkileyecekler. Bu bile başlı başına bir sorun teşkil etmiyor mu? Ediyor etmesine de iktidar günü kurtarmanın, muhalefet ise iktidara uzanmanın sarhoşluğu içinde…

Depremi Atlattık Ama Etkileri Uzun Sürecek…

Kahramanmaraş merkezli iki deprem ve ardından gelen küçük depremlerle ilk etapta Doğu ve Güney Anadolu bölgemizde 10 ilimiz büyük yara aldı. Başta Maraş, Adıyaman, Malatya, Hatay ve Gaziantep olmak üzere illerimizde ağır yıkıma neden olan deprem 15 milyon insanımızı derinden etkiledi. Ancak hasar bununla da sınırlı kalmadı. Bütün yurt sathına dağılan bölge insanı ve onların komşuları ve topyekûn 86 milyon insanımızda derin acılar yarattı. Ülke bir yardım seferberliğine girişerek elindekini avucundakini bölgeye akıttı. Öyle ki küçük çocuklar bile kumbaralarını kırarak içindekini belki bir yaraya merhem olur diye oradaki kardeşlerine gönderdiler. Dernekler, vakıflar, cemaatler seferber olarak bölgeye gittiler kimi su dağıttı kimi de çorba. Kimi çadır kurdu kimi konteyner. Kimi enkaz kaldırdı kimi de yaralı. Kimi enkaz altından canlı çıkardı kimi de vefat etmiş bir bedeni. Bugün 14.gün ancak hala tek tük de olsa canlı çıkarılıyor, enkazlarda canlı emaresi aranıyor.

Elbet bugünler de bitecek. Canlı aramaları biterken enkazlar kaldırılmaya başlandı, başlanacak. Enkazlar bir başka kaldırılacak bu depremde. Ceset bütünlüğüne zarar vermemek için cerrah titizliği ile kaldırılacak enkazlar. İnşallah hepsi bittiğinde bir envanter çıkarılacaktır. Ancak görülen o ki fay üstlerine dikkatsizce yaptığımız kat kat inşaatlar modern tabutlarımız olmuş. Herkesin bildiği bir gerçek de işimizi hile ve hurda ile yürüttüğümüz. Bölgede sağındaki ve solundaki yıkılan binanın altındaki dükkânda züccaciye eşyaları bile düşmemiş ve kırılmamış. Bunu çok iyi düşünmemiz ve sonuç çıkarmamız lazım.

Biz inançlı insanlar olarak hayır ve şerrin Allah’ın dilemesiyle olduğuna inanıyoruz. Ancak bir diğer gerçek de hem hayrı hem de şerri biz dilersek Allah bize veriyor. Şerri dilemeyeceğimize göre yaptığımız kasıtlı kasıtsız bilerek veya bilmeyerek hatalarımız ve günahlarımız bunu başımıza sarıyor. Fayların geçtiği yerler biliniyor ve haritalarımıza işaretlenmişse, biz o bölgelere buna uygun evler yapabiliriz ve yapmalıyız. Ancak birimizin yaptığı uygun olmayan binalar bir diğerimize örnek ve emsal oluyor. O yaptı ben niye yapmayayım diye biz de yapıyoruz. Yapılan 10 kat 15 kat 20 kat evler modern zamanların tabutlukları olarak binlerce insanımıza mezar olmuşsa bunda hepimizin suçu yok mu? Şimdilerde TOKİ Konutlarının neden yıkılmadığını düşünüyoruz. Oysa TOKİ konutları, şehrin dışına rantın olmadığı yerlere ve zemini sağlam bölgelere kuruldu. Bir de bina yapmada son teknoloji olan tünel kalıp sistemleri kullanıldı. Şehrin ortasına metresi milyon liralara çıkan arsalara kurulmadı.

1999 depreminde de bu depremde de sivil toplum örgütleri güzel sınavlar verdiler. Başta İnsani Yardım Vakfı (İHH) olmak üzere Anadolu Gençlik Derneği, Cansuyu, Beşir Derneği ve diğer dernek ve vakıflar yanında kamu destekli Kızılay ve Diyanet Vakfı başarılı sınavlar verdiler. Özellikle Diyanet Vakfı binlerce görevliyi anında sahaya sürerek imamlar üzerindeki hep yardım isteyen kişi imajını sildiler. Bunun yanında tabi bunların ve bayan görevlilere çok büyük bir yük de binlerce kişinin defne hazırlanması oldu.

Depremin en olumsuz görüntüleri siyaset alanında oldu. Bir türlü bir araya gelip ülke sorunlarına letafetle tartışamayan politikacılar depremde de kavga etmeye devam ettiler. Beklenen daha ilk gün Cumhurbaşkanının bütün siyasi parti liderlerini bir araya getirerek onlara durumu bütün açıklığı ile izah etmesi idi. Ama maalesef olmadı. Parti liderleri ve yöneticileri ise gittikleri bölgelerde keşke daha pozitif bir dil kullanabilselerdi ama o da olmadı. Ülkenin bu durumunda bile kavganın kimseye yarar sağlamadığı kısa süre sonra yapılacak seçimlerde görülecektir. O zaman kimse “neden böyle oldu” demesin.

İktidarı ve muhalefeti ile siyasetçilerden yaklaşan seçimlerin gelecek yıl yapılacak mahalli idareler seçimi ile birlikte yapılmasını talep etmelerini bekliyoruz. Zamanında yapılacak seçimlerin kimseye faydası olmayacağı gün gibi ortada. Kim gelirse gelsin bu enkazın altından kalkması zor görünüyor. Belki bir seneye kadar bölge insanın acil ihtiyaçları karşılanır da insanlar, siyasal tercihlerini daha rahat yaparlar.

Depremde vefat eden insanlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Yaralılara acil şifalar temenni ediyorum. Acılı halkımıza başsağlığı ve sabırlar diliyorum. Allah bir daha böyle acıları göstermesin, ülkemizi her türlü felaketlerden korusun.

Hazır Meclise Gelmişken Bağ-Kur Mağdurlarına El Atalım…

Ak Parti seçim yaklaştıkça kesenin ağzını iyice açtı. Dün gördüğüm bir haber beni iyice gerse de madem öyle gel böyle diyelim. Türkiye’nin borcu tam 400 milyar dolar olmuş. Bu borç sonucu doların bir kuruş artması bile 526 bin asgari ücret tutarında bir artışa neden oluyormuş. Ne yapalım “iktidarımız pahasına olsa da Emeklilikte Yaşa Takılanlar ile ilgili düzenleme yapamayız” diyenler bir tasarı hazırlayıp meclise sundular. Biz de 6 aydır esaslı bir teklif hazırlıyorlar zannediyorduk. Meğer tek maddelik kanunmuş. Kanun teklifi esasında 4 madde ama bir maddesi konuyla ilgili. Diğer maddeler yürürlük ve yürütme maddesi. Diğer madde de taşeron işçilerin zorunlu emekliliğini kaldırmakla ilgili.

Bundan önce yazdığımız iki yazıda teklif hazır olmadığı için tahminlerimizi belirtmiştik. Ancak teklif deyim yerindeyse dağ fare doğurdu sözünü haklı çıkardı. Sunulan teklif mecliste değişir mi bilinmez ama sadece yaş konusu kaldırıldı. Zaten geçirilen 23 senelik süreçte yaş ve prim şartları büyük oranda halledildi. Sadece 1980-90’lı yıllarda işe girenler yönünden sıkıntı kalmıştı. 5000-5975 gün arasında değişen prim gün sayısı aynen kaldı. Emekliliği bekleyen birçok kimsenin hesabını yeniden yapması gerektiği de ortada.

Bu söylediklerimiz işçiler yönünden böyle. Ancak en büyük sıkıntının esnaflar yönünden olduğu da ortada. Geçtiğimiz aylarda 1990’lı yıllarda esnaflık yapan bir müşterim “bizi bağkurlu yapmadınız o yüzden emekli olamadık. Bir gelişme var mı” sözleri hala kulaklarımda. 1980-2000 yılları arasında esnaflık yapan çok sayıda esnaf bilerek veya bilmeyerek bağkurlu olamadı. Çalıştıkları vergi kaydı ve esnaf odası kaydı ile belgelenebilen bu kişiler 2000 ve 2018 yılında çıkarılan aflardan faydalanamadığı için açtıkları çok sayıda davadan da bir sonuç çıkaramadılar. Yapılan bu düzenlemede de umduklarını bulamayan insanımız şimdi ne yapacak?

Ancak bu insanların dertlerini dillendiren kimse de yok. Esnaf ve Sanatkârlar Odaları ve Ticaret ve Sanayi Odalarının bu konuda bir çalışma yapması gerekmiyor mu? Yıllarca aidat aldıkları bu insanların bu sorunları onları hiç ilgilendirmiyor mu? Esnaflık bitti iş de bitti mi diyorlar? Bu insanların birçoğu şimdi emeklilik çağında arkadaşları maaş alıp daha rahat bir hayat sürerken bunlar sosyal dayanışma vakfının kapılarına mı gitsinler? Devlet görevi olan işi takip etmeyerek bunları bağkurlu yapmamış hiç olmazsa şimdi primini alarak bu insanları emekli yapmanın yollarını arasın.

Kanun hazır meclise gelmişken;

  • Bağ-Kurlulara çalıştığını belgelendirmek suretiyle borçlanma hakkı verilsin. Yıllarca bu ülkenin ticaret ve sanayiine hizmet eden bu kişilere parasıyla olsun bu hakkı vermek daha doğru değil mi? İlla vakıf kapılarında el açmalarını mı istiyoruz?
  • Doğum borçlanması kanun çıkarken ifade edildiği gibi bütün kadınlara şartsız kolaylaştırılsın. Doğumdan önce işe giren kadınla, doğum yaptıktan sonra çalışan kadın arasında ne fark var ki çifte standart uygulanıyor? Sonuçta ikisi de doğum değil mi? Gelişmiş ülkeler prim almadan bu süreleri sigortalı sayarken biz insanımıza para alarak bu hakkı neden tanımıyoruz? Kaldı ki staj yapan kadının sigortalı olmadığı varsayılırken doğum borçlanması hakkı olduğu neden kabul ediliyor? Bu da erkek ve kadın stajyerleri arasında bir başka çifte standart değil mi?
  • Meslek lisesi stajyerlerine staj yaptıkları süre kadar borçlanma hakkı verilsin. Ve o tarih işe başlama tarihi kabul edilsin.

Her Kanun Başka Mağduriyetler Oluşturmasın

Geçtiğimiz günlerde yazdığım yazıda Emeklilikte Yaşa Takılanlar Kurtuldu ya diğerleri demiştim. Emeklilikte yaşa takılanlar tasarısı bugünlerde iktidar partisi tarafından imzaya açıldı, yakında meclise sunulacağı anlaşılıyor. Henüz tam metnine vakıf olamasak da çok soruna sadra şifa olacağı anlaşılıyor. İlk günden emekli olacağını açıklayan birçok çalışan mevcut işini kaybetmemek için şimdilik emekli olmasa da emekliliğin, çantada keklik olmasının verdiği rahatlığa kavuştukları söylenebilir. İşi ve statüsü müsait olanlar için emekliliğin bir ek gelir olacağı da aşikâr.

Ancak her kanun başka mağdurlar oluşturmaya devam ediyor. Şimdi de 1-2 günle Emeklilikte Yaşa Takılanlar olmayı kaçıran milyonlar biz neden 17 sene sonra emekli olacağız demeye başladı. Kimse kanun değişir de mağdur oluruz diye bir an önce işe gireyim demez. İş bulacak da işe girilecek. Çalışmadan beni sigorta yap demek zaten hukuka aykırı. Bu durumdakilere ve daha sonra çıkarılan 5510 sayılı kanunla sigortalı olanlara Allah yardım etsin. Onları kıyamette emeklilik bekliyor artık.

5510 sayılı yasa ile sosyal güvenlik dünyamıza kazandırılan doğum borçlanması ile sigortalı kadınlara yeni bir hak tanınmış oldu. Yasa çıkarılırken doğum borçlanmasının aynen askerlik borçlanması gibi olacağı, kadınların da işe başlama öncesi yaptığı doğumları borçlanabileceği çok kere dillendirildi. Ancak yasa çıkıp yürürlüğe girdikten sonra işin hiçte öyle olmadığı kısa sürede anlaşıldı. Hatta Anayasa Mahkemesi böyle olamayacağına hükmetti. Yani çalışan anneler, iş hayatı öncesinde yaptıkları doğumları borçlanamadılar. Bu da anneler yönünden büyük mağduriyetler oluşturdu. Önce çocuk mu iş mi tercihini çocuktan yana kullanan ve daha sonra iş hayatına giren kadınlar iki defa mağdur oldular.

Diğerleri içinde önemli bir grup kendilerine staj mağduru diyen çok önemli bir kitle var ki bu grup meslek lisesinde okurken okul tarafından kendileri sigortalı yapılan ve kendilerine sigorta numarası verilenler. Bu gruptakiler daha sonraki iş hayatlarında bu numara ile normal sigortalarına devam ettiler. Çeşitli nedenlerle staj başlangıcı ile normal iş hayatı arasındaki süre uzayanlar da kendilerinin başlangıç tarihlerinin işe başlama olarak alınmasını istiyorlar. Bu gruptakilerin çoğunluğunun 18 yaş altı olduğunu söylemeye bile gerek yok. Bu tarih esas alınırsa birçok kişinin de emekliliğinin yolu açılabilir. Bu gruptakiler de yapılacak bu düzenlemeden faydalanmak istiyor.

Doğum borçlanması ile birlikte zikredilmesi gereken bir grup var ki staj yaptığı için sigorta numarası olanlara tanınan ayrıcalıktır. İş akdi ile çalışma yapmadığı halde bu gruptaki kadınlara doğum borçlanması hakkı tanınarak ortaya bir çifte standart çıktı. Bir grup kadın sigorta başlangıcı doğumdan sonra olduğu için doğum borçlanması yapamazken bir grup kadın da yine normal sigortalı olmadığı halde borçlanma yapabildi. Bu da ortaya çok büyük mağduriyetler çıkardı. Aynı tarihte aynı işe giren iki kadın arasında emeklilik yaşı bakımından telafisi imkânsız mağduriyet oluştu.

Şimdi Emeklilikte Yaşa Takılanlar ile ilgili düzenleme yapılırken tüm bu mağduriyetler ortadan kaldırılabilir. Kadınlara kayıtsız şartsız doğum borçlanması hakkı tanınırken, kadın stajyerlere tanınan doğum borçlanması benzeri borçlanma erkek stajyerlere de tanınmalıdır. Kendisi için iş kazası ve meslek hastalığı için yatırılan sigortalılar, kendileri için yatırılan kısa süreli sigorta prim süresi kadar borçlanma hakkına kavuşmalıdır. Böylelikle anayasal eşiklik de bir nebze olsun sağlanacaktır.

Emeklilikte Yaşa Takılanlar Kurtuldu Ya Diğerleri…

Türkiye 4-5 aydır Emeklilikte Yaşa Takılanlar ile yatıp kalkıyor. Ak Parti hükümeti “siyasi hayatımız pahasına da olsa EYT ile ilgili düzenleme yapamayız” derken birden bire çark ederek bu konuda düzenleme yapacağını söylediği günden beri gündem hep EYT oldu. Bir sosyal güvenlik uzmanı ve konuya vakıf biri olarak büyük bir yara olduğu ortada. Bu konuda sayısız program yapmış biri olarak konuyu biliyordum ama hükümetin kararlı tutumu bu konuda bende bir düzenleme yapılmaz fikrini oluşturmuştu. Ama olan oldu cin şişeden çıktı ve yaklaşık 5-6 milyon kişiden ilk etapta 2,5 milyon kişi bir yıl içinde emekli olacak. Bu da ülke ekonomisine çok büyük bir yük demek…

1999 yılında millet İzmit Depremi yaralarını sararken ve bu depremin sarhoşluğu içinde 506 sayılı yasada ve emeklilik sisteminde büyük ve radikal değişiklikler yapan yasa TBMM’den alel acele geçiriliverdi. Memurlar yönünden birçok düzenlemenin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiği yasa 2002 yılında biraz hafifletilerek meclisten tekrar geçirildi. Sosyal güvenlik sistemine kademeli emeklilik olarak geçen bu düzenlemeler kıdemine göre birçok kişinin hayatında değişiklikler yapılmasına vesile oldu. Emeklilik hayalleri yerine göre 1 yerine göre 5 yerine göre de 10 yıl ertelenenler oldu. Üzerinden geçen 23 yıla rağmen hala etkilenen 5-6 milyon kişi olduğu varsayılırsa işin büyüklüğü anlaşılabilir.

Yasa düzenlemesi söz verilmesine rağmen yılsonuna yetiştirilemedi. Şimdi de Ocak ayı sonuna yetişemeyeceği anlaşılıyor ve Şubat ayına sarkabileceği dillendiriliyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkilileri bunca zaman ne yapıyor bilinmez. Bize göre birkaç maddelik basit bir kanun bu işi halletmeye yetebilecekken neyin pazarlığı ve hesabı yapılıyor, anlamak mümkün değil. Bu konuda karar verildiğine göre bunun bir çözüme kavuşturulacağı belli ama ceremesini uzun yıllar çekeceğimiz de ortada.

Ben işin esnaf ve tüccarlar yönüne dikkat çekmek istiyorum. Bu kişilerin mensup oldukları eski bağ-kur sistemi kadınlar yönünden 20 erkekler yönünden de 25 yıl tam prim ödemesi istiyor. Yani bunların çalıştırdığı işçiler 5000 günle emekli olurlarken bunlar 7200 veya 9000 günle emekli oluyorlar. Yanında çalıştırdığı insanlardan iki kata yakın prim ödeyerek emekli oluyorlar. Birçok işveren yanındaki işçinin primini öderken cebinde parası kalmışsa kendi primini ödediği için bazen emeklilik bile hayal oluyor. Çoğu zaman yıllar boyunca kendi primini ödemeyi de ihmal ediyor. Bu her zaman para azlığından olmuyor bazen de para çokluğundan oluyor. Sosyal güvenlik sisteminden alacağı 3-5 bin lirayı azımsayan işveren yarın bu paraya bile ihtiyaç duyacağını düşünmüyor bile.

Üstad Ali Tezel ile yaptığımız bir program öncesinde sohbetimizde başından geçen bir olayı nakletti. “Bir işyerine teftişe gitmiştim, işyerini teftiş ettikten sonra işyerinin patronuna getir bakalım bağ-kur makbuzlarını dedim” diyor. Adam şaşırmış ve ne yapacaksın makbuzları, bana bugüne kadar bunu soran olmadı demiş. Bağ-kur primi ödemediğini ödemeye de gerek duymadığını söylemiş. Ona sosyal güvenlik sisteminin önemini anlatan üstad, adamın prim ödemesini sağlamış. Yıllar sonra karşılaştıklarında üstadın ellerine sarılan o patron, “Allah senden razı olsun. Sen olmasaydın bugün açtım. O fabrika o işyerleri hepsi elimden çıktı, tek gelirim bağ-kurdan aldığım emekli maaşım” demiş.

Esnaf ve sanatkâr odaları ile ticaret ve sanayi odaları başkan ve yöneticilerinin sesini hiç duymadık bu süreçte. Onların gözü 3-5 kuruş verdikleri mali müşavirlerin ücretlerinde, oysa üyelerinin bu süreçte haklarını bakanlık ve meclis nezdinde dillendirmeliler. Geçmişte bağ-kurun önemini kavrayamayan üyelerinin geriye gönük borçlanmasını sağlamalılar. Çeşitli dönemlerde çıkarılan aflardaki hükümler nedeniyle bu hakkını kullanamadığı için bugün 65 yaş maaşına mahkûm olan veya onu da alamayan esnaf ve tüccarların bu hakkı verilmeli ve borçlanma yoluyla emekli olmaları sağlanmalıdır. Bu konuda görev, esnaf ve sanatkâr odaları ve onlatın üst birliklerine düşüyor. Zaman geçirmeden bu düzenleme içine bağ-kurlular konusunu da sokmanın yolları bulunmalı diyorum.

Hak Geldi Batıl Zail Oldu

Yıllardır Milli Gazete’nin künyesinde “Hak geldi batıl zail oldu” ayeti kerimesi mealen yazılıdır. Çıktığı günden beri bu lafzı künyesinden eksik etmeyen gazete hala yayın hayatını ağır aksak sürdürüyor. Ama bu ayet her sabah gazeteyi alanların kaçı tarafından fark ediliyor bilemem.

16 Ekim’de yapılan TÜRMOB genel kurulu hakkında yazdığım yazıların bu kaçıncısı doğrusu ben de unuttum. Yapılan seçim sonrası açıklanan sonuçlar doğrusu Çağdaş Grup dışında kalan büyük çoğunluk için tam bir hayal kırıklığı idi. Türkiye Meslekte Birlik Platformu, 3568 Platformu ve Masum Türker Grubu istediği sonuçları alamamanın hüznü içinde ülkenin dört bir yanına dağılırken Çağdaş Grup benim bilmediğim mahfillerde herhalde şampanya patlatıyordu.

Ben de genel kurula Giresun’dan katıldığım için sabah erkenden oyumu kullanıp, hayırlısını temenni edip arkadaşlara veda etmiştim. Ankara’da bulunan yeğenimle buluşup Millet Camiinde iki rekât namaz kılıp öğleden sonra Giresun’a doğru yola koyuldum. Ama içim içime sığmıyor akşam sandıkların kapanmasını sabırsızlıkla bekliyordum. Akşam olmuş sandıklar açılmış ama istenen sonuçlar alınamamıştı. İlk açıklanan sonuçlar ümit kırıcı olarak görülüyordu. Çağdaş Grup yönetim kurulunda 7-2, disiplin kurulunda 4-1 ve denetleme kurulunda ise 3-0 gibi parlak sonuçlar açıklamıştı.

Beraber hareket ettiğimiz Salih Çakır, Hayri Öztürk ve Halil Erdem Gültekin Ankara’dan İstanbul’a dönüyordu. Onlarla gece yarılarına kadar yazıştık. Evet, sonuçlar tam bir hayal kırıklığı idi ama açıklanan gibi de değildi. Yapılan Çağdaş Grup listesi hesap mühendisliği ürünü idi. Herşey en yakın grubun 3 katı kadar oy almak mantığı üzerine kurularak yönetim kurulunda ilk 4 sıra YMM, sonra SMMM, denetleme kurulunda ilk iki sıra SMMM, sonra YMM, disiplin kurulunda ise ilk iki sıra SMMM, sonra YMM olarak yazılmıştı. Hesap ince ve kurnazcaydı. Ama hesap edilmeyen tek şey bu dönem kazanması muhtemel olanlar, işi sıkı tutacak ve Yüksek Seçim Kurulu’nda karargâh kuracaktı. Nitekim kuruldu da bu konuda Muharrem Kaya’nın çabası inkâr edilemez. YSK sürecini Ankara’da günlerce sabahlayarak geçirdi.

2019 seçimlerinde de benzer sonuçlar olmuş. Dönerken arkadaşları aramış ve hemen itiraz edilmesini söylemiştik. İtiraz dilekçesi bile yazmaktan aciz arkadaşlarımız süreci yeterince ve ısrarlı bir şekilde takip etmemişlerdi. Esasında gelinen bu süreçte artık meslek kanununda seçilecek adaylardaki unvanlar kaldırılmalı ve delegelerin kanaatleri seçim sonuçlarına yansıtılmalıdır. Oligarşik bu yapılanma 21 yüzyıl Türkiye’sine hiç yakışmıyor. Çoğulculuk dediysek bu azınlığın çoğunluğa tahakkümü şeklinde algılanmamalı. Meslek siyaseti içinde emeği olanların seçilmesi önüne bariyerler konulmamalı.

Geçmiş yılları hatırladım; nispi temsilin ilk uygulandığı 2010 seçimlerinde Türkiye Meslekte Birlik Platformu denetleme kurulu aday listesinde ilk sırada Bursa’dan YMM Muzaffer Koyuncu ikinci sırada Ankara’dan Recep Recai Çiftçi adayımızdı. Yine bu seçim gibi denetleme kurulunda 3-0 sonuç açıklanmış ve biz de sonucun doğru olmadığını belirtmiştik. Yapılan itiraz sonucu Çağdaş Grubun bir üyeliği düşürülmüş ve Türkiye Meslekte Birlik Platformuna verilmesi kararlaştırılmıştı. Ancak sonuç beklediğimiz gibi olmadı. Muzaffer Koyuncu, Recai arkadaşımızın olması gereken üyeliği gasp etti. Tabi o zamanki yöneticilerimiz de buna mani olmak için hiçbir şey yapmadılar/yapamadılar. Ve denetleme kurulunda o dönem iki YMM oldu.

Geçen hafta gelen bir mesaj uzun süredir beklediğimiz bir müjdenin habercisiydi. Yapılan itirazlar sonucu denetleme kurulu üyeliğini kazanan YMM Kemal Tığoğulları gönderdiği mesajında “Denetleme Kurulu Başkanı olarak grubumuzu temsil etmenin onurunu yaşıyorum. Katkılarınıza teşekkür ederim” diyordu. Bu tip mesajlar yapılan işin boşuna olmadığını göstermesi bakımından önemliydi. Çünkü üyeliği kabul edilen Kemal Bey, ısrarla kurul başkanı yapılmak istenmiyordu. Oysa yönetmelik açıkça başkan olması gerektiğini söylüyordu. Bu yüzden baştaki ayet meali aklıma geldi.

“De ki: “(Artık) Hakk geldi, bâtıl zail oldu. Hiç şüphesiz bâtıl yok olucudur” İsra Suresi Ayet 81

TÜRMOB’da Sonuçlar Gerçekten Masa Başında mı Değişti?

16 Ekim’de yapılan TÜRMOB Genel Kurulundan sonra sular bir türlü durulmadı. Çağdaş Grup o akşam Sheraton Otelinde seçim sonuçlarını düğün sevinciyle kutlarken açıkladıkları sonucun 2019 seçimlerinde olduğu gibi değişmeyeceğini zannederek evlerine/otellerine musmutlu döndüler. Diğer gruplar adeta süt dökmüş kedi gibi kimi memleketlerine kimi de otellerine döndüler. Ağızlarını bıçak açmıyordu. Yılların gedikli TÜRMOB yöneticisi Masum Türker bile seçilememiş, arkadaşlarının elleri bomboş kalmıştı. 3568 Platformu denilen diğer grubu ise daha başlamadan bitme aşamasına gelmenin telaşı sarmıştı. Biraz TMBP’ndan biraz Masum Türker grubundan biraz da Çağdaşlardan alınan oy seçilmeye yetmemişti. Evli evine köylü köyüne dönüyordu işte.

3568 sayılı yasada yapılan tek ve önemli değişiklik bizim ortaya attığımız nispi temsilin yasalaştığı 5786 sayılı yasa ile oldu. 2008 seçim döneminde uygulanamayan yasa ilk defa 2010 yılında yapılan seçimlerde uygulandı. O zamana kadar çoğunluk sistemi vardı ve alan hepsini alıyordu. Hesaplar ve seçimler listeye girme mücadelesi şeklinde oluyordu. Listeye girenler için muhalefet önemli değildi. Azıcık başını kaldıran muhalefet çağdaşlık tehlikede denilerek ezilmeye çalışılıyor olmazsa Atatürkçülük tehlikede çığırtkanlığı ile önü kesiliyordu. Her dönem ülkenin içinde bulunduğu nazik durumlar imdada yetişiyordu. Uğur Mumcu öldürülür cezası muhalefete kesilirdi, Danıştay’da üyeler öldürülür cezası muhalefete kesilirdi. Sivas’ta aydın öldürülür suçlu yine muhalefet olurdu. Ama iktidarın işi işti. Onlar bu korkularla tam 33 yıl idare etmeyi, 120 bin kişilik kitleyi uyutmayı becerdiler.

Ya bir Allah’ın kulu da çıkıp bu ne biçim demokrasi ki biz Hindistan gibi yönetiliyoruz, demiyordu. Burada oluşturulan kast sistemi ve oluşturulan düzen 33 yıldır kimseyi rahatsız etmiyordu. Biri nasıl olmuşsa erki ele geçirip kaşkolunu aday diye koyuyor ve onu seçiyor kimsenin gıkı çıkmıyordu. Bununla da kalmıyor onu ben seçtim başkan da yaparım diyor ve yapıyordu. 1700 delegelik bir meslek grubunun gözünün içine baka baka yönetim kuruluna kendisi dâhil 5 YMM yazıyor ve tam 999 SMMM bu 5 YMM’yi seçiyor. Piyangodan da iki SMMM seçildi anonsu yapılıyordu. Ama bunların seçilmediği/seçilemeyeceği, çünkü bu amortilerin numaralarının yanlış söylendiği kamera kayıtlarıyla ortaya konuluyordu. Şimdi avazı çıktığı kadar “16 Ekimde sandıkta demokratik oylarla kazanılan zaferin masa başında değiştirilmesi unutulmayacak” diye bağırıyorlar. Hadi ordan, hadi ordan…

Kuzum siz hiç hesap bilmez misiniz? Hadi bilmezsiniz anladık da anlatılanı da hiç anlamaz mısınız? Seçim bir matematik işidir; ali cengiz oyunu değil. Alınan 235 oy 167 oydan, 190 oy da 142 oydan büyüktür. Yani siz nasıl 5 üyelik kazandınızsa muhalefet de 4 üyelik kazandı. Bunu rakamları alt alta yazarsanız anlarsınız. Bunu ilkokula yeni başlamış torunlarınıza sorsanız size söylerler. Tabi sizin kurduğunuz tuzaklarla baş etmek de çok önemli bir başarıdır. Denetleme Kurulunda başka bir ali cengiz oyunu kurdunuz ve 326’nın 388 oydan daha büyük olduğunu iddia ediyorsunuz. Bunu söylemek için mali müşavir olmak gerekmiyor, hesap bilmek yeterli. Bunu ispatlayamayınca da seçilmiş arkadaşınızı istifa ettirme çabasına girdiniz. Arkadaşınız şahsiyetli davranıp istifa etmeyince de ne yapacağınızı şaşırmış vaziyettesiniz. Kul bir hesap yapar Allah da bir hesap yapar, Allah’ın hesabının üstün olduğu her zaman anlaşılır. Yönetmeliğe koyduğunuz “bir YMM varsa kurulun başkanı odur” kuralı gün gelir önünüze konuluverir. Behemahal seçilen arkadaşımızı kurul başkanı ilan edin, arkadaşınızı istifa mı ettirirsiniz başka bir şey mi yaparsınız o bizi ilgilendirmez.

Tabi bir de Disiplin Kurulunda ortaya koyduğunuz tabloya itiraz olmadığı için Yüksek Seçim Kurulu düzeltmedi. Oysa re’sen onu da düzeltmeliydi ki gelecek nesillere ibret olsun. Sizin hesaplamanıza göre TMBP’nun aldığı 206 oy çöpe gidiyor. Size göre grubun adayı 412 oyla değil de 206 oyla kurula giriyor. Üstad Necip Fazıl tam da sizin hesabınızdakiler için; “Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul;/ Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. / Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;” diyor. YSK bu konuda hükmü yönetim kurulu için verdiği kararda ortaya doğru bir şekilde koymuş, buna göre verilen oy adaya değil gruba verilmiştir. Dolayısıyla Türkiye Meslekte Birlik Platformu adayı kurula alınan bu 412 oyla 3. sıradan girmiştir. Ancak siz bunu da anlamazsınız. Anlamamakta ısrar edersiniz.

Bırakın bu ali cengiz oyunlarını, mağduriyet ayaklarını da kurul üyeleri rahat çalışsın. Çalışacakları özgür bir ortam yaratın ki neler yaptığınızı bütün açıklığı ile tespit etsinler…

Akıllı Kuş İki Ayağıyla Tuzağa Düşermiş!

Bu yazımız, 16 Ekim 2022 günü yapılan TÜRMOB Genel Kurulu üzerine peş peşe yazdığımız dördüncü yazı oluyor. Önceki yazılarımızda seçim sonuçlarının ve üyelerin iradelerinin nasıl çarpıtıldığını gördük. Bu konuda yazdığımız yazı ve görüşmelerle arkadaşlarımızı hak arama konusunda uyararak haklarını almalarını temin ettik. 4 Kasım 2022 tarihli YSK kararı ile verilen mazbataların iptal edilmesini temin ederek bugün Gölbaşı İlçe Seçim Kurulunun yeni mazbatayı hazırladığını da görmenin sevincini yaşıyoruz.

Ancak bu süre zarfında 3568 sayılı meslek yasamızı ve ilgili yönetmeliği yeterince incelemediğimizi de görmüş olduk. 3568 sayılı yasada tek değişiklik yapan 5786 yasanın ana fikrini biz hazırlasak da bazı derin eller kanunun 35, 38 ve 39 maddelerinde önemli değişiklikler yapmışlar. Bu maddelerde değişiklik yapılırken bizim yeterince fark edemediğimiz bu düzenlemeler bugün ortaya çıkan karışıklıkların ana nedeni olmuştur.

Bugünkü yazımızın konusu Birlik Denetleme Kurulunun teşekkülüne ait olan 39 maddesidir. Bu maddenin eski ve yeni halini incelediğimizde meslek mensuplarının %95’ini teşkil eden SMMM’lerin ustaca devre dışı bırakıldığını görüyoruz. Maddenin önceki halinde kurulun bir YMM ve iki SMMM’den oluşacağı açıkça yazılırken değişiklikten sonra kurulda en az bir YMM olması zorunludur denilerek YMM’lerin birden fazla olacağı zımnen kabul edilmiştir. Hatta maddenin önceki halinde yeterli sayıda YMM olmaması halinde bütün üyelerin SMMM olabileceği yazılıyordu. Durup dururken buna neden gerek duyulduğunu da anlamamız mümkün değil.

Birlik Denetleme Kurulu
Madde 39

(5786 sayılı Kanunun 14’üncü maddesi ile değişen şekli, Yürürlük: 26.07.2008) Birlik Denetleme Kurulu, kayıtlı olduğu meslek odasında en az üç yıl kıdemli olup serbest veya bir işyerine bağlı olarak bu Kanun hükümlerine göre fiilen mesleki faaliyette bulunan Birlik Genel Kurulu üyeleri arasından üç yıl için seçilen üç asıl ve üç yedek üyeden oluşur. Denetleme Kurulu üyelerinden en az birinin yeminli mali müşavir olması zorunludur. Süresi dolan üye yeniden seçilebilir.

(5786 sayılı Kanunun 14’üncü maddesi ile değişmeden önceki şekli) Birlik Denetleme Kurulu; Genel Kurulun üyeleri arasından iki yıl için seçilecek, biri yeminli mali müşavir, ikisi de serbest muhasebeci mali müşavirden olmak üzere üç üyeden oluşur. Ayrıca üç yedek üye seçilir. Yeniden seçilmek mümkündür. Üyeler arasında yeterli sayıda yeminli mali müşavir yoksa eksiklik serbest muhasebeci mali müşavirden tamamlanır

Yukarıda 3568 sayılı kanunun yeni hali ile eski hali karşılaştırılınca yapılan fecaat düzeyindeki bu düzenleme ile meslek yönetimi tamamen YMM’lerin kontrolüne bırakılmıştır. Yapılan düzenleme bununla kalsa iyiydi. Yapılan yönetmelik düzenlemesinde ise daha da ileri gidilerek kurulun başkanlığı da kurul içindeki üç kişiden biri olan YMM’ye bırakılmıştır. Bu düzenleme kanunun ve anayasanın ruhuna aykırıdır. Ortada bir kurul varsa her üyenin oyu eşit olmalı değil mi? Bu durum diğer iki kişinin oyunun hiç önemli olmadığının göstergesidir. Bu konudaki düzenleme ise aşağıdadır.

Birlik Denetleme Kurulunun Teşekkülü

Madde 38- ….

Denetleme Kuruluna seçilen Yeminli Mali Müşavir, Denetleme Kurulunun Başkanıdır. Denetleme Kurulunda birden fazla yeminli mali müşavir varsa, Denetleme Kurulu üyeleri gizli oyla kendilerine bunlardan birini başkan olarak seçerler.

Yönetmelikteki düzenleme bununla da yetinmeyerek kurul içinde birden fazla YMM bulunmasına da cevaz vererek kurulda birden fazla YMM varsa diyerek kanuna ve demokrasiye aykırı bir düzenlemeye daha imza atmıştır.

Şimdi ortaya çıkan durum akıllı kuşun aklını karıştırmış ve Ankara’da soğuk Kasım rüzgârlarının esmesine neden olmuştur. Çağdaş Grup 3-0 kazandık diye zil çalıp oynarken ve diğer grupları bertaraf etmek için oyun içinde oyun kurarken üçüncü sıraya koydukları YMM üyelerinin yerine Meslekte Birlik Grubu’ndan Kemal Tığoğulları seçilmiştir. 2016 seçimlerinde denetleme kuruluna üç gruptan üç ayrı üye seçilmiş ve ilginç bir durum oluşmuştu. Bu seçimlerde YMM üyesini ve yönetmelik gereği kurul başkanlığını kaybeden Çağdaş Grup içinde belki de kaybedilen 2 yönetim kurulu üyeliğinden çok kavga çıkaracaktır.

Atalarımız hiç boşuna konuşmazlar; akıllı kuş iki ayağı ile tuzağa düşermiş. Mevsim soğuk ve hava sisli, kaşkolu biraz daha sıkı sarma zamanıdır. 

Meslekte Birlikte İşler Yolunda Gitmiyor

1990-91 yıllarında Meslekte Birlik Grubu ile tanışıklığımı arkadaşım, dostum ve hemşerim Mehmet Güçlü sağladı. Atom karınca lakaplı Mehmet Güçlü genç, enerjik ve dinamik yapısıyla çok gayretli bir arkadaşımızdı. Aynı sitede farklı yerlerde çalıştığımızı sonraları sohbet ederken anladım. Ben Bayrampaşa’da bulunan Sarı Dökümcüler Kooperatifi’nde çalışırken o da aynı sitede bulunan Site Muhasebede çalışmış. Samimi ve içten gayretleri bizi zaten yabancı olmadığımız camiaya ısındırdı. Kısa sürede grubun sadık bir üyesi olduk.

O sıralar ben Gaziosmanpaşa Küçükköy’de bulunan bir şirketin muhasebe müdürlüğünü yapıyorum. Şirketimiz toptan gıda ticareti yapıyor ve ben ufaktan büro muhasebesi için müteşebbis arkadaşım Habip Terzioğlu ile beraber kurduğumuz bir şirketin ortağıydım. O eşantiyon işleri yapıyor ben de hem şirkette hem de burada defter tutuyorum. Tutuyorum sayılmaz bile şirketimizde çalışan bir arkadaşımız yapıyor işleri, şimdi o da büro sahibi. Allah işlerini rast getirsin. Birkaç yıl daha çalıştıktan sonra o işten ayrılıp tamamen büroculuğa başlıyorum.

Meslekte Birlik Grubu, o zamanlar tamamen halis niyetle kurulmuş elbirliği yöntemiyle idare edilen gönüllü bir kuruluş. Birlik Vakfı’nın kuru fasulye pilavına talim edip ayranını içerek bir şey yapma çabası içindeyiz. Tek tek büro büro dolaşarak adres alıp meslektaşla tanışıyoruz. Üye yapma telaşındayız. İstanbul kazan biz kepçe Avcılar’dan başlayıp Tuzla’ya kadar her yere yetişmeye çalışıyoruz. Telefon bile lüks o zamanlar. Ama azmin elinden bir şey kaçmıyor. Seçimlere katılıyor, derdimizi daha fazla kişiye ulaştırmaya çalışıyoruz.

Bir yanda da aktif siyasetle ilgilenip halkla ilişkiler kuruyoruz. Tabi 1994 seçimleri çok önemli, Recep Tayyip Erdoğan fırtınası esiyor. İlçe ve büyük şehir belediyesi Refah Partili başkanlar tarafından kazanılıyor. Hemen bize bir yafta yapıştırıyorlar “refahın arka bahçesi” diyorlar. Yalan da değil hani başkanımız Yılmaz Şener abimiz İBB Gelir Daire Başkanı oluyor. Rahmetli Yücel Çelikbilek abimiz Beykoz Belediye Başkanı oluyor. Ahmet Büyükkaymaz abimiz Darphane Genel Müdürü oluyor. Biz belediye meclis üyesi oluyoruz, başka arkadaşlarımız başka yerlerde görev alıyor.

2005 yılına geldiğimizde artık rüştümüzü ispatlama zamanı grubun kurumsal bir kimlik kazanmasını istiyor ve dernekleşiyoruz. Bazılarının zannettiği gibi kolay olmuyor işler, üzerimizden bir 28 Şubat süreci geçmiş buldozer gibi. Bazıları silin kaydımızı biz işimize bakalım demiş. Ama bizler durmuşuz karşısında zulmün baskının. Kurucu üye arıyoruz 40 kişi olsun kırklara karışalım, 18 Mart olsun Çanakkale direnişi gibi tarihe geçsin istiyoruz. Ve bir 18 Mart günü kuruyoruz derneğimizi. 6 yıl aralıksız dernekte ve 14 yıl grupta hizmetimiz geçiyor. Derneğin tüzüğünü ellerimizle yazıyoruz. Kimse şu cümle çıksın şu cümle girsin bile demiyor, o kadar ilgisiz bir toplumuz. 2011 yılında bu vakitler derneği muhteşem bir kongre ile Mustafa Çaya ve ekibine devrediyoruz. Gidiş o gidiş kimse işimize karıştı demesin diye uzak duruyoruz 11 yıldır.

Ama nevzuhur biri geliyor; ne edep biliyor, ne adap. Fincancı dükkânına giren katırlar gibi o muhteşem eserleri ve kişileri devirip, kırıp, döküp geçiyor. Açıyor telefonu sövüp sayıyor, akla hayale gelmeyecek, ağza alınmayacak ne kadar hakaret kelimesi varsa sayıp döküyor. Allah’ın garip bir cilvesi bu ses kaydı medyaya düşüyor, yayınlanıyor. Adamda edep olsa utanır, kızarır ve bir kenara çekilir “herkesten özür dilerim” der basar istifayı işine gücüne bakar. Ama ne gezer adam pişkin pişkin, kötü bir Yahya Arıkan kopyası olarak aramızda volta atıp duruyor. Geçen gün kongrede gördüm, onun yerine ben utandım, “bu adam mı bizim başkanımız” diye. Avantür filmlerde gördüğünüz kavgacı rollerin oyuncusu gelmiş başkan olmuş. Bu zül de bize yeter de artar bile.

Bir de tüzük tadilatı getirmişler huzura, evlere şenlik, yeniden yazmışlar tüzüğü. Sanki bir iş yapacaklar da tüzük engelmiş gibi. Ama araya birkaç madde sokuşturmuşlar, gelecek dönemin faşist uygulamalarına yol açmak için. Öncelikle kurucular listesini değiştirmişler, muhtemelen bazı isimleri çıkarıp bazı isimleri ilave etmişler. Siz çıkarsanız ne olacak, tarih yazdı kim kurucu kim değil. Sen değiştirsen ne değişmiş olacak? Ama bunu anlamayanlar “evet” dedi geçti. Üye ihraç etmek için yeni bazı suçlar ihdas edildi. Üye ihraç etmek için tüzük değişikliği yapan adamları da gördük ya gözümüz açık gitmez artık. Biz bir kişi kazanmak için ayağına giderken, bunlar adam atmak için daha fazla gayret sarf ediyorlar.

Ve bir tespit, ilk defa misafirsiz bir genel kurul yapmak da nasip oldu bu yönetime. Güya davetiye basmışlar ya kime dağıttılar acaba? Sen ben bizim oğlan muhabbeti bir yarar getirmez. Tam da bu günlerde son yaptığımız genel kurulun fotoğraflarını hatırlattı, facebook. Hep aleyhimizde ne yazıyor diye bakacağınıza fotoğraflara bakıp bizim neyimiz eksik acaba der misiniz, bilemem.

Maalesef kurucu iradenin gözü önünde taammüden cinayet işleniyor ve bu irade susup kalıyor. Bu konuda üstad Mehmet Akif’in çok güzel bir şiiri var onunla bitirelim yazıyı…

Ey dipdiri meyyit, ‘İki el bir baş içindir.’
Davransana… Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin.

Bir Garip Demokrasi Mücadelesi…

Önümüzdeki günlerde İstanbul Mali Müşavirler ve Muhasebeciler Derneğinin genel kurulu yapılacak. Bu genel kurul vesilesiyle gönderilen davetiye ve ekinde bulunan yönerge maddelerine baktığımda ilginç düzenlemeler olduğu gözüme çarptı. Bunlara girmeden bu yönerge hikâyesine değinmek yerinde olur.

İstanbul Meslekte Birlik Grubu 1990 yılında yapılan ilk olarak İSMMMO (İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası) seçimleri için bir araya gelen bir grup insan, Birlik Vakfı bünyesinde Mali Müşavirler ve Muhasebeciler Komisyonu olarak örgütlendiler. O zamana kadar böyle bir örgütlenmeye ihtiyaç duymayan arkadaşlarımız bu tarihten sonra burada önemli çalışmalar yaparak muhasebecilik ve mali müşavirlik mesleğinin gelişimine paralel olarak önceleri bu komisyon bünyesinde kendine Meslekte Birlik Grubu diyerek örgütlenmişler ve meslek kamuoyunda kendine haklı bir yer edinmiştir. Bu çalışma sonraları İstanbul Mali Müşavirler ve Muhasebeciler Derneği olarak tüzel kişiliğe kavuşarak dernek merkezini önce Mecidiyeköy ardından da Fatih’e taşımıştır.

Konumuz bu süreci hikâyesini anlatmak değil ancak bu süreçte yazılı kültürden ziyade sözlü kültürle yönetilmiştir. Sözel kültürden yazılı kültüre geçilmesi yapılacak iş ve işlemlerin önceden belirlenen şartlara göre yapılması ve ihtilafların azaltılması amacıyla bir yönetmelik çıkarılması ve buna uyulması kararı verilmiştir. Ancak sözlü kültürden yazılı kültüre geçilmesi hiç de kolay olmamıştır. Öncelikle yapılan bu çalışmanın ne olacağı konusunda çeşitli tereddütler geçirilmiştir. Önceleri bunun bir tüzük değişikliği olduğu düşünülmüşse de bunun tüzük değil yönetmelik olduğuna karar verilmiştir. Bir başka konu da bu yönetmeliğin dernekler mevzuatına göre yerinin neresi olduğu konusunda kararsız kalınmış ve bunun yönetmelik değil yönerge olabileceği düşünülmüş ve bunda karar kılınmıştır. 2015 yılında başlanan bu çalışma 2016 yılının ilk günlerinde bitirilerek son nokta koyulmuştur. Danışma meclisinin görev verdiği kişilerce yapılan bu çalışma dernek yönetim kurulunun tepkisi ile karşılaşmış ve “biz ne güne duruyoruz?” denilerek daha uygulama safhasına geçilmeden revizyona uğratılmıştır. Genel kurulda revizyona uğrayan çalışma gündeme gelmiş ve o haliyle kabul edilmiştir.

Daha sonraki yıllarda bu yönetmelik üzerinde çalışılmaya ve değişikliğe devam edilerek 2017-18 yıllarında yönetim kurulu çeşitli çalışmalar yaparak yönetmelik adını da yönergeye çevirerek şimdiki haline evrilmiştir. Benim elimde muhtemelen son halini almış yönerge var. Var diyorum çünkü derneğin sitesinde bu yönerge yok. Öyle olunca da benimkinin son olup olmadığı konusunda mütereddidim. Bu yönergede ilginç hükümler var. Doğrusu ben yönergeyi ilk hazırlayan grup içindeydim. Ancak yaptığımız onlarca toplantı ve yüzlerce saat çalışma sonunda hazırladığımız metnin daha uygulanmadan yönetim kurulunca kuşa çevrilmesini etik bulmadığımdan diğer çalışmaların hiçbirine itibar etmedim.

Yönergenin 3.maddesine göre dernek seçimlerini yönetim kurulu değil Seçim Yürütme Kurulu yönetir. 7 kişilik bu kurul kuruldu mu, kurulmadı mı bilgim yok. Bu maddeye göre de Seçim Yürütme Kurulunu, danışma meclisi başkanı seçer. Böyle bir düzenlemenin amacı muhtemelen adaylar arasında tarafsızlık kuralının sağlanması olmalıdır. Başkanın tekrar aday olması halinde muhtemel adaylar aleyhine durum oluşmaması için öngörülen bu kural ne kadar işler durumdadır, bilmiyorum? Bize gelen davetiye de bu kuruldan hiçbir eser yok. Davetiyeler dernek başkanı tarafından imzalanarak gönderilmiş.

Yönergenin 5.maddesinin 5.fıkrası ilginç bir düzenleme getirmiş. Bu fıkraya göre İSMMMO, TÜRMOB ve dernek kurullarına müracaat edeceklerden İSMMMO ve TÜRMOB kurullarında ayrı ayrı olmak üzere aralıksız iki dönem görev almamış olması şart aranır” denilerek iki dönemden fazla görev almanın önüne geçilmiş olmasıdır. Buna göre mevcut yönetimden birçok kişinin adaylığı önlenmiş oluyor mu, göreceğiz.

Yönergenin 5 maddenin 10.fıkrasındaki bir hüküm bana çok ilginç geldi. “Seçimlerde aday adayları birbirlerinin kişiliklerine yönelik onur kırıcı davranışlarda bulunamazlar. Bu tür davranışlarda bulunduğuna dair somut belge bulunan aday adaylarının aday adaylığı seçim yürütme kurulunun kararı ile düşürülür. Durum yazı ile ilgiliye bildirilir” deniliyor. Bilindiği gibi dernek başkanı olan şahsın dernek kurucuları ve yöneticileri ile ilgili ağır hakaret içeren konuşması kamuoyuna yansımış ve taraflar karşılıklı olarak birbirlerini mahkemeye vermişlerdi. Bu maddeye göre Seçim Yürütme Kurulu konuyu gündemine alır mı? Alırsa ne karar verir doğrusu merak ediliyor.

3 Aralık Cumartesi günü yapılacak İstanbul Mali Müşavirler ve Muhasebeciler Derneği genel kurulunun mesleğimize ve meslek camiamıza hayırlar getirmesini temenni ederim. Seçilecek arkadaşlara ise şimdiden başarılar dilerim.